AK Parti’nin kurucularından eski İstanbul Milletvekili Sayın Metin Külünk ile oldukça tartışılan “Türkiye Birleşik Devletleri” söylemi ve bu söylem üzerinden servis edilen bazı eski dosyalar hakkında konuştuk…
“Eurofighter Türkiye’ye veriliyorsa, bu Avrupa’nın, İsrail lobisinin baskılarına boyun eğmek istemediğini de gösteriyor”
• Çokça konuşturdunuz, hatta Sevr’in maddelerine dayandıranlar oldu; Türkiye Birleşik Devletleri ne demek? Yıllardır Sevr hakkında halkı uyaran biri olarak Sevr söylemiyle paralel bir konumda anılmak üzüyordur sizi. Aslında yıllar önce Pax Türkiye’yi tarif ediyordunuz…
Viyana’daki Siyonist Kongresi sonrası işleyen planda Yahudilerin yaşadıkları üzerinden üretilen siyasal Yahudicilik, bir anlamda tanrısız, hatta Tevrat’ı aşan Siyonist düşüncenin babası olan Theodor Herzl döneminin öncesine dönüyor dünya. Yani her şey baştan yazılıyor. Herzl’in zihninde, kendi içlerinde Yahudilerle dahi çatışma ve ayrı düşme pahasına işleyen bir tanrısız dünya düşüncesi vardı. Bugün de bunun, kendilerini tanrı olarak kabul ettirmenin peşindeler. Yeryüzünü “tek dünya devleti” modellemesiyle tanımlayıp şekillendirmek için İslam’ı, Kur’an’ı ve Peygamber’i tasfiye etmek istiyorlar. Diğer inanç sistemlerinin tamamında bunu başardılar tarihî süreçte, dönüştürdüler ve esasından kopardılar.
Yahudilik ve Hıristiyanlık bünyesindeki mezhepleri dönüştürürken, Kur’an ve Sünnet’i tahrif edemeyince İslam dünyası arasına bu kez nifak tohumu ekmekten geri durmadılar. Pagan Roma’nın Katolikleşmesi, Katolikleşen Roma’nın etki alanına giren Avrupa'da ortaya çıkan kilise ve yine Roma sıkışmışlığında Martin Luther'le Protestanlaşan açılımın ardından tam da bu Protestanlığın ürünü olan Evanjelizmi peydahladılar. Bu sırada Musa’ya sözde inananlar ile İsa’ya sözde inananlar arasında bir kavga çıkardılar. Bu kavgada hedeflenen, Siyonizm’in stratejik hedefi olan İsrail'in kurulması, tanınması ve devletleşmesiydi.
Bu yolla Mescid-i Aksa’yı yıkarak sözde Süleyman Mabedi’ni yükseltmek istiyorlar. Süleyman Mabedi değil ki o, Hazreti Süleyman’ın yaptığı mabet zaten Mescid-i Aksa idi. Siyonizm’in inanç sisteminde Hazreti Süleyman’ın hatırasını yaşatmak yok, Mısır’da ve Babil’de öğrendikleri Ezoterik Satanizme hizmet etmek var. Bir kısım Yahudileri ve bir kısım Hıristiyanları bu hedeflerine inandırdılar. Hıristiyanlar bu anlamda diz çöktüler. İşte bu eşikte tahrif edilmiş İncil üzerinden Hıristiyanların bu Hıristiyanlık nedeniyle kendi önlerinde duramayacağını gören Siyonist Yahudiliğin önünde tek bir engel kaldı, o da İslâm ve Peygamberi. Elbette buna güçleri yetmez, o bekledikleri tasfiye gerçekleşemez. Bu mümkün değil.
Bu süreçte bir de Tanrı’yı kıyamete zorlamak gibi bir planın peşine düştüler. Sözde “seçilmiş olmak” iddiasıyla Arz-ı Mevud iddiasına düştüler. Okuduğum bir makalede şu mealde bir cümle vardı: “İsa'yı öldüren, tanrıyı öldürmüştür. (“İsa tanrının oğlu” diyorlar ya, tanrının oğlu da tanrı bu düşünceye göre.) Böylece Tanrı’yı yendiğini düşünen bir akıl var karşımızda. Paganların, paganizmin tarifindeki İsa’dan söz ediyoruz.
Ne istiyor bu akıl bu akıl? Dünyadaki bütün devletlerin tasfiyesini… Parçalanmış, yönetilemeyen, küçültülmüş devletler istiyor. Kendi krallığını kurmak istiyor. Tek dünya devleti üzerinde ülkesiz bir düzen istiyor. Ülkelerin olmadığı, nüfusun azaltıldığı bir dünya… Kurdukları uluslararası yapılar üzerinden bir yandan iklim değişikliği yalanlarına insanlığı inandırıp ekosistemi bozuyor, diğer yandan hayvanların yok edilmesi gerektiğini iddia ediyor, öbür taraftan da laboratuvarlarda ürettikleri mikroplarla insanlığı salgınlarla tehdit ediyor, sentetik aşılar üzerinden genetik kodlarla oynamaya çalışıyor ve de mülkiyeti ortadan kaldırarak doğrudan kölelik sistemi kurmayı arzuluyor. Hahamların yazdığı tahrif edilmiş kaynaklarla el koydurdular şahsî mallara binyıllarca. Böyle bir modelin egemenliğini düşünebiliyor musunuz? Başlangıç noktası bana göre 1648 Westfalya Antlaşması. Ardından imparatorlukların çökertilmesi ve ulus devletler sürecinin başlaması var. 1648’de, 17’nci yüzyılda başlayan Avrupa'daki “Aydınlanma Dönemi” ile içerisinde insan hakları gibi kavramların olduğu barikatların arkasına saklanarak başlattıkları süreç parçalanmış bir dünya değil. Fakat artık o planın ikinci aşaması olarak bütünleşmiş bölgesel modellemelerin esas olduğu bir zaman dilimine geldiler.
Bu yapı sürekli parçalayarak, bir anlamda da süreci konsolide ederek son yirmi yılda dillendirdiği BOP yani Büyük Ortadoğu Projesi ile bu coğrafya ile parçalanmışlığı başlatmak istiyor. Amerika da bu alanda kendi içinde çatışıyor. Yani bir taraf BOP üzerinden okuma yapıyor. Türkiye'nin merkezde olduğu bu coğrafyayı tamamen parçalanmışlığa tutsak ederek bir sistem kurmak istiyor o ekip. Diğer tarafsa bölgenin gerçekliklerini okuyarak, özellikle uluslararası ticaretin güvenliğini esas alarak, bir anlamda insanlığın bir nükleer felaketle karşılaşmaması için kendileri dışında kimsenin nükleer güç sahibi olmasını istemiyor. Rakipsiz kalarak, kendi ellerindekilerle insanlığa soykırım yapmak istiyorlar. Gazze'de aslında küçültülmüş ama bütün insanlık adına utanç verici, bütün insanlığın bittiğini ilan eden bir soykırım sürüyor. Bütün insanlık için bunu uygulamaya kararlı ve cinnet geçiren irrasyonel bu modeli Herzl’in çıkış noktası olarak anlarsak, siyasal Siyonistler ve siyasal Yahudiler için de 7 Ekim, çöküşün milâdı.
Dünya da bunları taşıyamayacağını görüyor. Bütün dirençlere rağmen eğer Eurofighter Türkiye’ye veriliyorsa, bu Avrupa’nın, İsrail lobisinin baskılarına boyun eğmek istemediğini de gösteriyor. Şunu görüyorlar: İsrail'le Ortadoğu'da bir barış düzeni inşa etmek mümkün değil. İsrail, etrafında güçlü hiçbir devlet istemiyor. Bunu zaten Amerikalı yetkililer de aslında ağızlarından kaçırıyorlar. Bir anlamda İsraillilerin gazını almak istiyorlar.
Daha önce Herzl aklıyla stratejik hedefler koyarak önce Osmanlı’yı paramparça ettiler. Alman İmparatorluğu’nu da paramparça ettiler. Üstüne Rus Çarlığı’nı… Sonra Sovyetler Birliği çökertildi, sonra Yugoslavya çökertildi ve Doğu Avrupa paramparça oldu. Sonra Afganistan ne hale geldi, Yemen hakeza… Arap Baharı üzerinden bu parçalanmış süreci tetiklenmek istendi, Libya'da başarılı oldular. Türkiye'nin müdahalesi olmasa Suriye de paramparça olacaktı. Irak'ta Amerika’nın iki kanadı birbiriyle çelişti ama Irak bütünlükten parçalanmışlığa doğru evrildi. Bizi 40 yıldır ne ile bu anlamda sürekli zorladılar? PKK ile… Başka? İçeride ekonomik istikrarsızlık ve siyaset sosyolojisindeki dalgalanmalar üzerinden zorladılar. Dedik ya, güçlü Türkiye, İsrail'in güvenliği açısından risk. Bu akıl yani tek dünya devleti peşinde koşan aklın önünde üç kritik engel var: Rusya, İran ve Türkiye. Bu üç engelden kurtulmak isteniyor. Bu işteki önemli ölçüde akıl merkezi İsrail’in kendisi ama İngiltere üzerinden hareket etti. İngilizler sürekli devletleri birbiriyle savaştırmanın peşinde. Önce bizi Rusya'yla savaştırmak istedi. Olmayınca Ukrayna'yı sürdüler önüne. Rusya halen bir federasyon; dolayısıyla eyaletler var ve tüm dertleri Rusya’yı sadece Moskova'dan ibaret kılmak. Türkiye için de Ankara'nın etrafını nihaî sınır yaparak ülkemizi yok etmek planları var. E biz bu planı Sevr’de görüyoruz.
Biz bu yapının varlığını Amerika'da Demokratlar ile Cumhuriyetçiler kavgasında görüyoruz. Orada çok katmanlı cevapları da var kendi içinde. Ayrışmaları var. Cumhuriyetçilerin de içinde olaylara bakış farklılığı var artık. Gazze'deki soykırıma bakacaksınız ve bu akıl, bu şeytanî yapı, bütün insanlığın gözünün içine baka baka, doğrudan “Gazze'yi yok etmeyi, hatta aslında bütün insanların bana diz çökmesini istiyorum” derken, bazı çıkışlar tüm olumsuzluklara rağmen insanlığın onurunu, çökmediğini gösteriyor.
“Türkiye her senaryoda merkezde”
• İsrail’i nasıl okumalı? Sizce İsrail’in sonu yaklaştı mı?
İsrail küresel ölçekte hem devletler için tehdit, hem ticaret için tehdit. İsrail'den tüm dünya kurtulmak istiyor bana göre. Peki, kuranlar vazgeçti mi? Özellikle Trump’ın seçilmesiyle beraber Hindistan merkezli inşa edilmek istenen dünya tezi bir başka bahara kaldı. Yani eğer Hindistan merkezinin şekillenmesi gerçekleşiyor olsaydı, İsrail'in merkezde olduğu yapının bütün insanlığı biraz evvel bahsettiğim hedeflere mecbur etmesi işten değildi. Bu, karşımıza çıkacak çok daha tehlikeli bir haritaydı.
• Türkiye birkaç aklın işlediği birkaç farklı senaryoda merkez konumda. Çatışmada hangisi galip gelirse o gücün etkisi Türkiye’de de hâkim olacak adeta. Bu anlamda kadim Türk Devleti’nin tam bağımsızlık eksenindeki hamleleri çok önemli ve egemenliğini kabul ettiriyor görünümde…
Bütün ülkeler tehdit altında hissediyor kendilerini. Örneğin “İran’dan sonra İsrail’in hedefinde Türkiye” vardı, ya Türkiye’den sonra aklınıza kim geliyor? Gelmez. Nihaî durak Türkiye. Bu yüzden Türkiye her senaryoda merkezde.
Kuşak ve Yol Projesinin başlangıç tarihine gidelim. 2013’teki Kazakistan Toplantısında dünya ticaretinin ağırlık merkezinin batıdan doğuya kaydığı, dünyanın üretim alanının Asya olacağı belirlendi. Baharat Yolu bir kez daha çok kritik hale geldi. Denizler orta kuşaktan, kuzeyden ve güneyden yine bu eksende işleyecek görünüyor. Bu şartlarda bu projeye eklemlenen güneydeki Kalkınma Yolu Projesi ile İpek Yolu’nda bir istikrarsızlık istenmediği ve ticaretin yeniden disipline edildiği bir süreç söz konusu. İstikrarsızlığın istenmediği bir coğrafya peşindeler. Bu İsrail’le olur mu? Sürekli güvenlik endişeleriyle yaşayan bir ve güvenlikçi doktrinlerle bölgeyi kaosa sokan bir ülkeyle olmaz. Ticaret yollarına, Akdeniz’e ihtiyaç var. Ticaret yollarının güvenliğinin sağlanması için bunun bitmesi lazım. Aslında İsrail'in gasp edilmesi lazım.
• Peki, İsrail’i tasfiye edince Yahudilere ne olacak? İspanya’da soykırım propagandası yaptıkları gerekçesiyle 50 İsrailli uçaktan indirilip deport edildi…
Kimsenin Yahudilerin yaşam haklarıyla problemi yok. İsrail’in kendisi krizden besleniyor. Yahudiler içinde bile bunu dinlendiren Yahudiler var. Açık açık ve net şekilde söylüyorlar. “Filistin'den alınan bütün topraklar Filistinlilere iade edilmelidir” diyorlar. Dolayısıyla burada Netanyahu çizgisinin yani Siyonizm’in çizgisi görünüyor. Tanrı’yı kıyamate zorlama noktasında, kaos düzeni noktasında eskisi kadar güçlü değiller. Destekçileri bu konuda çok da istekli değiller. Trump üzerinden bunu görebiliriz. Trump’ın tavırları üzerinden Yahudi Siyonistlerin yalnız kaldıklarını görüyor dünya. Siyonistler tasfiye olmaktan endişe ediyorlar. Ticaret ağı tarafında Amerika’daki iç kavga çok büyük. Ve uzaydan başlıyor, bilişimde devam ediyor. Ticaret ve ekonominin yanında savunma sanayiinin de yüklenmesiyle ortaya çıkacak bir Çin küreselleşmesi söz konusu. Biz bunun parametrelerini şimdilik bilmiyoruz. Çin dünyaya Hollywood modellemesiyle mi çıkacak, yumuşak güçle mi çıkacak? Üzerinde çok ciddi bir Doğu Türkistan gölgesi var. Gazze'de yapılanların bir diğer boyutu Doğu Türkistan'da işliyor. Çin küreselleşmesini takip etmemiz gerek.
Parayı, sermayeyi Çin üzerinden üretime ve ticarete dönüştüren akıl, çok açık bir şekilde 2013’ten itibaren Asya'yı Batı’yla buluşturmaya kararlı. Bütün ticaret altyapısını koruyorlar. Türkiye'deki tüneller ve havalimanları, Türk devlet aklı bu çerçeveyi öngörebildiği için hazırlandı. Kadim Devlet, dünyanın nereye gittiğini görüyordu ve Sayın Cumhurbaşkanımız da bunu çok iyi fark ederek hareket etti.
“Artık parçalanmış coğrafya değil, bütünleşmiş coğrafyayı konuşacağız”
• Süreç nereye gidiyor, devleti nerede konumlandırmalıyız?
Türkiye bu dönemece iyi hazırlandı ve yatırımlarına başladı. Altyapı olarak yeni düzene hazırlandı. Birileri “Bu işin dışında kaldık” diyor, öyle bir şey yok, bu işin tam merkezinde olduk, merkezindeyiz, merkezinde olacağız. Peki, bu neyi gerektiriyor? Bu, şunu gerektiriyor: Artık parçalanmış coğrafya değil, bütünleşmiş coğrafyayı konuşacağız.
• Parçalanmış coğrafya, bütünleşmiş coğrafya ne demek?
Bütünleşmiş coğrafya, bütün farklılıklarımızla bu coğrafyada ülkelerin kendi bağımsızlıklarını esas alan kolektif bir beraberliktir. Birlikte bir akıl üzerinden bakar. Biz buna “Türkiye Birleşik Devletleri aklı” dedik. En başa, sorunuza döneceğim ama keşke o konuşmamın tamamını izleselerdi. Biz federal bir Türkiye'den bahsetmedik.
Sayın Devlet Bahçeli'nin “Terörsüz Türkiye” çıkışına İmralı ne cevap verdi? “1978 öncesi şartlara döndük” dedi, “Kültürel özerkliğin bir anlamı yok. Siyasî özerkliğin bir anlamı yok. Devlet olmanın bir anlamı yok. Bağımsızlık istemenin bir anlamı yok” dedi. Buradan bakınca, bugüne kadarki varoluş gerekçelerinin de karşılığı yok. Çünkü İmranlı da bu coğrafyada terör örgütlerine izin verilmeyeceğini gördü ve kendini kurtarmak istiyor.
“PKK Türklerden ve Kürtlerden özür dilemeli”
• Şöyle diyebilir miyiz: “İmralı, elde edebileceği küçük bir devletçiğin aslında kendisini yok etme araçlarından biri olacağını gördü…”
Şüphesiz… Siyonizm’in programında PKK’ya bir Kürt devleti vermek yok. PKK’nın da böyle bir rolü yok. PKK, Türkiye'nin parçalanması için hazırlanmış bir iç çatışma aparatı. Bir de İsrail, 9 milyonluk nüfusuyla ne kuracak, kime ne vaat ediyor? Kendine müttefik aradı 1948’den beri. Filistin'e göçten itibaren Yahudiler gittikleri yerde asla barışın anahtarı olmadılar, çatışmanın adresi oldular.
Müslüman Araplarla çatıştılar. Araplara karşı İsrail’in müttefiki Dürziler değil, olamaz. Ya da Lübnan'daki Mağrurilerin bu coğrafyada etkili olma gücü yok. Suriye'de Nusayriler ile iş tuttu. Devri bitti. Baktı ki kendine müttefik olabilecek tek hat, PKK üzerinden oluşturmaya çalıştığı Kürt sosyolojisi. Dinsizleştirilmiş Kürt varlığı için PKK kullanıldı. PKK’nın bu 40 yılda Kürt kardeşlerimize yaptığı en stratejik ihanet, İslamsızlaştırma planına katkısıdır. İmralı’nın bir sonraki açıklamasının ne olacağını merak ediyorum ben bu anlamda. Zira örgütün izlediği Marksist-Leninist çizgi, Siyonizm’in referanslarına odaklı. Kan bağı odaklı bir ideolojik yapı kurmuştu İmralı’daki. Ayrımcılığa teşne... İsrailoğullarının kan odaklı olması şeklindeki düşünme biçimine eklemlenmiş. İmralı’nın 78 şartlarının ortadan kalktığını ifade etmesi elbette kendine göre bir bakış. Türkiye'de o şartlar hiçbir zaman olmamıştı ki. Osmanlı ve daha da önceki Selçuklu yönetiminde böyle bir durum olmadığı gibi, problemleri ve eksiklikleri, tartışmaları ve hataları gördüler. Bu yüzden İmralı’nın geleceği yeni noktayı görmek lazım.
• Neden?
Dediğim gibi, örgütün 40 yıldır izlediği strateji kan bağına dayalı ve tamamen Siyonizm’in modellemesine uyumlu. Üst akıl, bu modele uygun kültürel bir örgüt ortaya çıkarmış. Bu örgütün kültüründe İslam yok, din yok, kutsal yok, anne-baba yok. Milletin evlatlarını alıp vatansızlaştırma var. Bugün karşımızda vatansız bir örnek var PKK ile aslında. Biz bunu FETÖ’de de görüyoruz. İmralı’nın bu özeleştirisi yetmez bu yüzden. Türk milletinden, Kürtlerden de özür dilemek zorunda. Ahmed-i Hani’den, İdris-i Bitlisi’den özür dilemek zorunda. Yavuz Sultan Selim’in İdris-i Bitlisi’yle kurduğu ittifak, Anadolu’yu Şia üzerinden sarkacak bir parçalanmadan korumuştur. İkisi arasında derin bir ayrışma var mı? Eğer biz burayı kaçırırsak hata ederiz. O ittifak Anadolu’yu bir kale haline getirmiştir. O kale sadece “Buraya giremezsiniz” kalesi değil, “Nifakınızı ve şeytanî kültürünüzü de sokamazsınız” kalesiydi. Norşin, Van, Bahçesaray Medreseleri, Cizre Medreseleri, Hakkâri, Şırnak, Diyarbakır Medreseleri Ehl-i Sünnet çizgisinde Hanif Türk milletiyle Hanif Kürtlerin kesişme noktası. Bu itikadda berraklıktır, akidede berraklıktır. FETÖ ile PKK’nın en çok saldırdığı yer de burasıdır. FETÖ bunu ılımlı İslam ve dinler arası diyalog kavramıyla meşrulaştırmak istemişti. İslam’ı tıpkı hahamların ve papazların yazdığı kitaplar ve konsillerle tahrif etmek istedi. Allah’ın kitabıyla kendini eşitlemeye kalkıştı ve bu şekilde paganlaştırma yolunu açmak istedi. Bu Anadolu'ya Evangelizm ve Mesiyanizmin sokulması meselesi değil midir?
Tarihsel bir akış var. Yani tarihî bir devamlılık var. Bu meseleyi Musa Peygamber’e yapılanları anlamadan anlamaya kalkarsak, eksik olur. Hazreti İbrahim'e yapılanları ve devamında Efendimize (sav) yapılanları anlamadan bugüne bakmak noksan kalır. Dolayısıyla örgütün bu anlamdaki özeleştirisinde netleşmesi lazım, bu bir borçtur. Türklere yüksek bir özür borcu vardır. “Özgürlük” kavramının arkasına saklanarak, kendini Fransız Aydınlanmacısı hüviyetine bürüyüp Müslüman Kürt kardeşlerimizi İslamsızlaştırmaya çalışmaktan ötürü özür gereklidir. Sözde değil, derin, ciddi ve sadık bir özür…

“Bu süreç birleşik devletler aklıyla yönetilecek”
• Peki, PKK’nın Suriye’deki kolu olan SDG yahut YPG’yi nasıl okuyorsunuz?
Türk Devleti ısrarla “Suriye bütündür” diyor. Sırtını İsrail'e yaslayan YPG ise Suriye'nin içerisinde bir bölünmüşlük alanı açmak istiyor. Bu bölünmüş alanı üzerinden Siyonist İsrail'le bir koridor oluşturup önünü kestiğimiz o Akdeniz’e çıkış hattını da açmak istiyor. Süveyda’daki gelişmeleri izlerken “PYD’yle müttefik olma” yönündeki kodlar görünüyor. Biz hep “bütün Irak”, “bütün Libya”, “bütün Suriye”, “bütün Lübnan” diyoruz.
Keşke 1990’lı yıllarda imkânımız yetseydi de “Bütün Yugoslayva” da diyebilseydik ve o bölgede parçalanmışlığa izin vermeseydik. Bu gücümüz o dönem olsaydı, orası da parçalanmazdı, bu kadar net söylüyorum. Bugün Suriye parçalanmıyor. Irak’ın geldiği eşik dahi önemli. Bu işin garantisi, Türkiye’nin bu coğrafyada terörsüzleşmesi, terörden arınmasıdır. İşte biz dedik ki, “Bu süreç birleşik devletler aklıyla yönetilecek”.
• Nasıl?
Türkiye merkez ve ana devlet yeni sistemde. Dünya çok kutuplu, artık bu aşikâr. Karşımızdaki aklın tek dünya devleti tezi çöküş sürecine ancak böyle girer. Avrupa’nın kafası karışık, Amerika şamar oğlanı gibi dövüyor. Çin bir tarafta, Hindistan bir tarafta, Rusya bir tarafta, Mısır ve Suudi Arabistan, Güney Afrika ve Endonezya bir tarafta... Ciddi bir bölgeselleşme sürecine girecek dünya ve ekonomik gerçeklikler değişecek. Dünya ticaretinin “serbestleşme” kavramı da çöktü. Neoliberalizm çöktü, “serbest piyasa” kavramı çöktü. Çok katmanlı bir kriz süreci yaşanıyor. Bu gerçekler etrafında bu coğrafyada terör olmayacak. Terörün olmamasını isteyen sadece biz değiliz madem, bu süreci doğrudan biz yönetmeli, Evangelist Siyonist ve Satanist küreselcilerin ve diğer karşıt yapıların bu süreci yönetmesine izin vermemeliyiz.
Tabiî biz “Terör olmayacak” derken karşımızda cinnet getiren bir yapı var. Her an her şeyi yapabilir. Bu bir tarafta saklı durmalı; içerideki uzantıları marifetiyle Terörsüz Türkiye süreciyle beraber coğrafyanın kristalleşmesinin önünü açacak adımlar da atabilirler. Türkiye'de iç savaş senaryolarını alana sürmek için adım atabilirler. Suriye'de Eş-Şara’yı devirerek tekrar bir istikrarsızlık dönemi kurabilirler. Eş-Şara’ya yönelik 78 suikastı İstihbaratımız engellemiş.
Demek ki durmuyorlar. Türkiye bugün bu güçlü duruşuyla Irak'ta da etkin. Olmasa, Barzani Ailesi orada rahat oturamaz, hatta öbür tarafta Siyonist ittifaka dâhil olma katsayısı çok yüksek olur.
Ayrıca PKK’nın kaç PKK olduğu belli değil. Yani İmralı bu tarafta ifade ediyor ama PKK kaç tane? Bakıyorsunuz, DEM Parti’nin içerisindekiler sürekli el yükseltme peşinde. Kandil’deki örgüt elemanlarının açıklamaları el yükseltmek için. Bunların hepsini göreceğiz. İşte biz bu gerçeklere ve ihtimallere karşı federalleşmiş bir Türkiye'den bahsetmiyoruz. Merkezî güç olarak daima yüzde 6 büyümeyi yakalamış, Kalkınma Yolu ile Kuşak ve Yol Projesi’nin muhtaç olduğu, enerji yollarının hem doğudan ve hem de batıdan, güneyden ve kuzeyden kesişme noktası, refah toplumuna kavuşmuş, terör örgütlerinin artık silah üzerinden hareket edemediği, teknolojik çalışmalar ve ekonomik kalkınma programlarının ilerlediği, tarımda ileri, yasaması, yürütmesi ve yargısı tam bağımsız ve güçlü, siyaseti kaliteli ve yüksek akla sahip bir Türkiye... Ama bu Türkiye’ye Suriye de bakacak, Irak da bakacak, Lübnan da bakacak, Mısır da bakacak, Libya da bakacak, tüm Afrika da bakacak, Türk Devletleri Teşkilatı da bakacak, Balkanlar ve Avrupa da bakacak, bakmak zorunda kalacak.
Zaten Zengezur Koridoru açılıyor, Ermenistan Türkiye'ye bakıyor, Gürcistan Türkiye’ye bakıyor, Azerbaycan ve Ukrayna Türkiye’ye bakıyor. Bakınız Ukrayna’da hareketlilikler başladı. Aynı hareketlilikleri Netanyahu'da da göreceğiz. Dolayısıyla İsrail de Netanyahu sonrası Türkiye'ye bakacak. E bu süreç nasıl bir akılla yönetilecek, kim yönetecek? Akıl üretme kabiliyeti olan bu ülkeye bu süreci tarih böyle emrediyor. Birinci Dünya Savaşı ile birlikte, tek dünya devleti peşinde koşanlar, önlerindeki en kritik engelden kurtulduklarını zannettiler. Ama Cumhuriyet Atatürk’ün millet nezdinde kurduğu direnç, en önemli mücadele noktasıydı. Mustafa Kemal'in en stratejik adımlarından biri Türk Ordusu idi. Bu kadar güçlü olmasaydı biz bu süreçlere dönebilir miydik? Devlet mekanizması bu kadar güçlü olmasaydı direnebilir miydik? Polis bu kadar güçlü olmasa direnebilir miydik? Jandarma bu kadar güçlü olmasaydı direnebilir miydik? İstihbarat Teşkilatı bu kadar güçlü olmasa direnebilir miydik? Hayır! Türk halkı kendi iç sosyolojisinde barışı inşa eden bir bütünleşmeyi başarmış olmasaydı, PKK ve FETÖ üzerinden hedeflenenlerin hepsi gerçek olurdu.
Bu yüzden milletimiz hatırlamalıdır ki, Türkiye yeni, köksüz, nevzuhur bir ülke değildir. Türkiye ABD değil ki kendi içindeki çatışmalardan yola çıkarak oturup masada uzlaşsın da federal bir devlet olsun. Amerika'nın toplasanız 200 yıllık bir tarihi var. Ben bu 200 yıllık devletten mi birleşik aklı öğreneceğim? Bizim tarihimiz yabgu aklıyla, kengeş aklıyla örülü. Göktürkler nereden öğrenmiş birleşik devlet yönetimini? Selçuklu nereden öğrenmiş? Bunun için ısrarla söylüyorum; İkinci Selçuklu Dönemi ile buluşuyoruz.

“Türkiye akıl merkezi oldu, barış merkezi oldu, diyalektik merkezi oldu”
• İlginç, zira Osmanlı’yı anmaktan ziyade daha geriye, Selçuklu’ya doğrudan uzanıyorsunuz…
Ben Osmanlı ve kendi içindeki eyaletler sistemi modellemesinden bahsetmiyorum. O bitti. Başarılı bir uygulamaydı ama demek ki başaramadıkları da varmış. Bu nedenle bir çırpıda darmadağın hale getirildi. Selçuklu da dağılmadı mı? Evet, ama getirdiği sistem, bir inkılap sistemiydi. Bu yüzden güncellenmiş yeni bir akıldan bahsediyorum. Bu akılda etraftaki ülkelerin bağımsızlıkları, yerüstü ve yeraltı kaynakları merkeze bağlı. Türkiye 78 tane Afrika ülkesiyle anlaşma imzaladı. Ne anlaşması bunlar? Türkiye’nin 14 tane ülkede askerî üsleri var. Somali'de, Moritanya'da, Gara'da, Bosna'da, Kosova'da niçin varız? Bütün bu ülkeler bir kriz anında Türkiye'ye koşuyorlar. Türkiye akıl merkezi oldu, barış merkezi oldu, diyalektik merkezi oldu. Bu merkeze bir ad vermek düşüncesiyle “Türkiye Birleşik Devletleri Aklı” dedik. Türkiye'nin kendi içinde eyaletlere bölünmesinden bahsetmiyoruz biz. Biz Amerika değiliz. Kaldı ki bizim Meclis-i Mebusan'da alınan kararımız ve sınırlarımız, Lozan'a giderken Mustafa Kemal'in zihin dünyasındaki harita belli. Mîsak-ı Millî haritamız, en asgarî sınırları belirliyor.
Kaldı ki, bir kez daha açıkça söyleyeyim; Türk devletleri, tek devlet olacak. Bugün değil belki, ama yarın mutlaka olacak. Özbekistan, Özebekistan olarak kalacak, Türkmenistan ise Türkmenistan. Ama tek bir Türk devleti ortaya çıkacak. İşte benim bu ifadelerim Siyonist İsrail'i rahatsız etti.
İsrail, PKK üzerinden yukarı çıkmak istiyor. İlk kez eşiğine geldiğini sandı. Ama İsrail ile Kürtlerin müttefik olma şansı yok. Dürziler ve Nusayrilerin de öyle… Devlet bazında müttefik olabilirlerdi ama devlet de yok. İsrail boyuna posuna bakmadan Türkiye’yi de içine alan harita yayınlıyor. E buna karşı biz Türkiye Birleşik Devletleri’nden bahsedince işine gelir mi? Hayal kuruyor İsrail. Ama bu hayale ne demografik yapısı müsait, ne de diğer şartları.
Yahudiler Hazreti Musa’dan ötürü kendilerini seçilmiş kavim bildiler. Bu onlardan menkul değildi, Musa Peygamber’e imanlarından mülhemdi. Ne zaman Musa Nebi’ye karşı azgınlaştılar, o zaman kabiliyetlerini kaybettiler ve yeryüzünde sadece fesatçı oldular. Bu durum Müslümanlar için de geçerli. Müslümanlar da azgınlaşır ve fesatçılık yaparlarsa, ahlaksızlık yaparlarsa, bozgunculuk yaparlarsa, yeryüzünü sömürgeye ve haksızlığa açarlarsa seçilmiş olma kabiliyetini kaybederler.
“ABD’de çatlak var”
• Suriye’de gördüğünüz şey nedir? Bir ufuk var mı?
Suriye'de gördüğüm şu: PKK’nın bir kanadı, çok açıkça İsrail'in zemininde oynayacak. İmralı da İsrail'e işaret ediyor. Bu arada önümüzdeki süreçte Kandil ile YPG çatışması bekleyebiliriz.
Bu süreçte Suriye’nin yanında kaderini bir tercihle belirleyecek iki ülke de Yunanistan ile Ermenistan. İkisinin tercihini de göreceğiz. Eğer Yunanistan bu süreçte hâlâ ısrarla Siyonizm’in parmağında oynattığı ülke olmaya seçerse, sonu da yakındır. Yunanistan’ın ortaya çıkmasındaki etken, Çarlık Rusyası Ortodoksluğudur. Çarlık Rusyası’ndaki Yahudilere ciddi anlamda bel bağlamıştır. Buradan bakınca da Siyonizm’in önündeki tek engel İslam ve Müslümanlar.
Bundan sonra bütünleşme dönemi başlıyor ve parçalanma dönemi bitiyor. Bunu Sevr haritasının gerçekleşmesini isteyen FETÖ kabul edemiyor. Sevr, Siyonistlerin işi. FETÖ’nün durduğu yer Sevr’di. Biz tam zıddı, güçlü Türkiye'yi konuşuyoruz. Futbol şampiyonalarıyla, müzik ve kültür yarışmalarıyla, teknoloji yarışmalarıyla birbirine bakan, ekonomik anlamda Avrupa Birliği gibi kendi içinde bir araya gelerek bir ortak zemin oluşturmuş, mal-hizmet ve sermayenin serbest dolaşımının sağlandığı, kalkınmasını tamamlamış bir Türkiye’den bahsediyoruz. Bundan daha makul ne var? Dahası, ister adına İslam NATO’su deyin, ister İslam Ordusu deyin, kurulacak. Bahsettiğimiz mânâda Tanrı’yı kıyamete zorlayan akıl ile insanlık, yüz yüze, karşı karşıya gelecek çünkü. Bu karşılaşma olacak. Bu karşılaşma öncesinde hazırlıklı olunması gerekiyor.
Bakınız, CENTCOM, ABD’de Trump’ın tavrına rağmen Suriye'de YPG’yi desteklemeye devam ediyor. Demek ki orada da çatlak var ve o çatlak, varlığını devam ettiriyor. Buna karşı dünya barışının en sistematik güç merkezi Türkiye'dir. Bundan sonra bu coğrafyadaki devletler Türkiye’ye tâbi olacak. Birinci etapta bir bölgesel güç merkezi olan Türkiye için federalleşme söz konusu bile olamaz. Ben, Türk devletlerinin aynı çatı altına toplayan bir akıldan bahsediyorum, onlar Sevr’den bahsediyorlar. O iş çöktü bitti. Biz hazır olmalıyız. Eğitimde, kültürde, sağlıkta, teknolojide, bilimde, buluşta, uzayda, uzay çalışmalarında, dijitalde, tarımda, ekonomide, sanayileşmede tam ve tüm şekilde hazır olmalıyız. Emek yoğun sektörlerin bir kısmını artık kendi etrafımızdaki ülkelere transfer ederek onların istihdam boyutunda güçlenmelerinin önünü de açmalıyız. Zira biz sömürgeci değiliz. Bizde sömürü yok, haksızlık yok, zulüm yok, çalmak yok, gasp yok, el koymak yok, çatıştırmak yok. Biz hiçbir yerde etnik veya mezhep farklılıklarını çatıştırmayız. Bu parçalanmışlık odaklı düzen bitti.
Buradan Türk kamuoyuna tavsiyem şu: Ne dediğimi anlamak için tekrar dönüp okumalıyız. Hiçbir zaman Anadolu toplantılarında bir federalleşmeden bahsetmedim. Aklı başında olduğunu düşündüğüm kalemleri dahi okuduğumda üzüldüm. Onların söylediklerini ihdas edecek tek bir kelimem yok. Benim söylediğimden bir Türk milliyetçisi gurur duymalı. “Türk devletlerinin birliği” diyorum. “Coğrafyayı biz kontrol edeceğiz” diyorum. “Denizleri biz kontrol edeceğiz” diyorum. “Suriye, Irak, Balkanlar, Kafkaslar, Afrika bize bakacak” diyorum. “Baltıklar, Rusya yanımızda duracak, İran artık Türkiye odaklı komplekslerinden kurtulup yanımızda duracak” diyorum. Bununla bir Türk milliyetçisinin, bir Atatürkçünün iftihar etmesi lazım. Eğer edemiyorsa o zaman oturup düşünmesi lazım.

“Söylemlerim üzerine tehditler aldım, beraat ettiğim eski bir dosyayı dahi servis ettiler”
• Bir Atatürk milliyetçisi veya Atatürkçü olduğunu ifade eden sosyal medya hesaplarının, sizin, İstiklâl Mahkemelerinde yargılanmış ve maalesef infaz edilmiş bir yakınınızın kabrine yaptığınız ziyarete ait fotoğrafı bularak, onun üzerinden sizi tehdit ettiğini gördük. Siyonistlerin ve Masonların sizin bu çıkışınızdan rahatsız olarak çoğu eski defterleri açtığına da ayrıca şahit olundu. 30 yıllık bir gümrük teftişi dosyasının medyaya servis edilmesi de manidardı. Galiba bunlar içinde AK Parti içerisine bile sızmış bazı klikler var?
Bir kere bunların hepsinin tartışılmasında fayda var. Ben şuna inanıyorum: Toplumun önünde, milleti ve devleti idare etmeye, kamuda konuşulmaya aday bir insanın, insanlığa dair sözü olan herkesin toplumun sorduğu sorulardan ve getirdiği eleştirilerden kaçmaması lazım. Bizim bir yüzleşme geleneğimiz olmalı. Türk siyasetinin enteresan bir şekilde en zayıf tarafı, yüzleşme olmaması. Ben bunca gündür eleştirilerin hepsine bakıyorum; birkaç merkezde toplanmış eleştiriler hepsi. Bir kısmı kendini Atatürk fotoğrafının arkasına saklamış. Bana göre onların bir kısmı FETÖ’cü…
• Siz özellikle bundan zaten bahsetmiştiniz…
Son dönemde bir FETÖ’cü Kemalizm yapılanması var. Gladyo böyle emretti. Burada da Atatürk ile aldatarak inşa ettikleri, doğrudan Siyonizm’in hedeflerine odaklanmış bir Kemalizm yapılanması inşa ettiler. Din, dindarlık ve tarih karşıtlığı üzerinden… Böylece Siyonizm’in Türkiye’ye yönelik politikalarının önünü açtılar. Darbeler tarihine bakın, 17/25 Aralık’ın, 15 Temmuz'un, 28 Şubat’ın, 12 Eylül'ün, 12 Mart’ın, 27 Mayıs’ın gerekçelerinde bugünkü FETÖ’cü Kemalizmi aynıyla görürsünüz. Provokatörlük programında kara propaganda, yalana dayalı iftiralar, algı operasyonları, yalanı gerçekmiş gibi gösterme operasyonlarının hepsinin arkasında bunlar var. Radikal İslamcılık kavramının da arkasına saklanmış bunlar.
Bakıyorum hesaba, e bu hesap benim söylediklerimden mutlu olmalı ama neden değil? Türkiye Birleşik Devletleri Aklı iç bükey değil, dış bükey bir kavramdır. Cebel-i Tarık’tan Çin sınırına kadar, bu coğrafyayı kuzey-güney ve doğu-batı bağlamında bir araya getiren bir fotoğrafa sahiptir. Gazi Paşa ne diyor? “Yurtta sulh olsun ki cihanda da sulh olsun”. Ama bunlar FETÖ’nün 15 Temmuz’da kullandığı “Yurtta Sulh” boyutundalar. Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” derken Hatay özelinde yaptığı hamle neydi?Ömrü vefa etse belki de neler olacaktı.
Türkiye'de terörsüzlük, dünya için de barış demek. Evrensel bir iddiadan bahsediyoruz Atatürk’ün sözüyle. Beni eleştiren vatandaşa diyorum ki, “Türk devlet aklı günübirlik yaşamıyor. 100 yıllık periyotlarla, 200 yıllık periyotlarla süreci yönetiyor”. Gelinen noktada Sayın Devlet Bahçeli, İsrail'in önünü alan cümleler sarf etti. İsrail yukarı çıkacaktı. Esed de bunu ateşlemişti. Esed’i orada tutan unsurlardan biri de İsrail’di. Türk Devleti oyunu gördü, sistemi doğru okudu. Kendisini doğru yere konumlandırdı. Suriye hususunda aldı eline dizginleri ve Devlet Bey üzerinden PKK’ya çağrı yaptı. Bu kimin hamlesini bozdu? İsrail'in. PKK da şaşırdı. Örgütün siyaseti şaşırdı. Dünya şaşırdı. Avrupa şaşırdı. “Şimdi ne olacak?” dediler. Böylece iç savaş senaryosu da bozuldu. Şimdi bundan mutlu olunması gerekirken, nedir bu endişe? Elbette kolay değil, 40 yıllık bir terör örgütüne silah bıraktırıyorsunuz. Örgütün kendi içinde de çatışmalar var. Bu anlamda PKK terör örgütü bütün değil, İsrail'in uzantıları var, İran’ın var. Cemil Bayık, İran adına konuştu.
“Biz Anadolu’nun kadim ve muhafız ailelerinden biriyiz”
• Niçin böyle bir şey yaptı sizce?
İran, “Beni unutmayın” diyor. Türkiye'nin bu süreci yönetirken aslında masada hangi adımları atması gerektiğine dair bir modelleme çıkıyor ortaya. Türkiye, ihtiyaç duyulan, muhtaç olunan devlet. Bundan mutlu olması gerekenler mutsuz. O zaman soru şu: Siz hangi akıllı hareket ediyorsunuz?


Ben bunları söyleyince, tartışmalara konu olurken, araştırdılar, araştırdılar, benim büyük ailemden, birinci derece akrabam değil, tarih kitaplarında ismi dahi kayıtlı biri üzerinden beni de idamla tehdit ediyorlar. Bir tanesiyle bu mevzuda yüzleştim, ben yüzleşmek istedim. Ve nihaî anlamda karşı taraf bizi anladı, bize saygısını da ifade etti. Biz, Anadolu’da Türk Devleti’ne muhafız bir aileden geliyoruz. Bu toprakların kadim ailelerinden biriyiz. 22 ilde yaklaşık 50 bine yakın nüfusumuz var. İstiklâl Mahkemelerinde yargılanan akrabamızdan Hasan Külünkoğlu üzerinden Devletimize karşı bir öfke geliştirmedik. Kolayı budur, bir nefret dili geliştirip mağdura oynanır. Ama biz bunu yapmadık, Devletimize daima sadık olduk. Üzücü, Allah rahmet eylesin. Tarihin kendi gerçekliğinde değerlendirilir. Ama büyük ailemizin hiçbir ferdi bunu hiçbir yerde konuşmaz bile. Kaldı ki, ailemizde 24 şehit de var. Bu topraklarda tespit ettiğimiz sayı bu. Seferberlik zamanı gitmiş, geri gelmemiş akrabalarımız var. En Birinci Dünya Savaşı’nda, Millî Mücadele’de savaşmışlar. Terörle mücadele sırasında verdiğimiz şehitlerimiz var. Biz Anadolu’ya ilk gelen Türk ailelerindeniz. Kuman Kıpçak bir soy ağacımız var. Meselelere bakıp Devlet’e ve milletimize karşı sorumluluklarımızdan asla geri durmadık, durmayız. Biz bunlar üzerinden de bir imtiyaz yahut mağduriyet üretmedik, üretmeyiz. Böyle bir şey mümkün değil.
Hâlbuki o arkadaşlar benim söylediklerimi okusalar, dinleseler, bana teşekkür edecekler, “Bambaşka bir pencere açtın” diyecekler. Ama bu ülkede nefret dili işlesin istiyorlar. Bir kısmına cevap yazdım, cevap veremediler. Birine dedim ki, “2015’e kadar söylediklerimi ve hareketlerimi inceleme zahmetinde bulunmuşsun, çok teşekkür ederim. İsterdim ki sonrasını da incele”.
Ben, 2021’de Mustafa Kemal Atatürk’ün “Tam Bağımsızlık ve Emperyalizm” adlı kitabının ders kitabı olarak okutulması gerektiğini açıkça ilan etmiş biriyim. Ama tuhaf ki, o arkadaşlar bana büyük ailemden yola çıkarak idamı dahi reva görmüşler. Bu, samimiyetsizlikten. Bu samimiyetsizliklerinin kimseye faydası yok. Kaldı ki, bu topraklar hiç kimsenin şahsî mülkiyetinde değil. Öyle bir akıl var ki, özellikle Atatürkçü kimliğinin arkasında, sürekli kendilerinin dışındakileri hain sayarak, bu ülkeyi kendisinden başka kimsenin sevmediğini düşünüyor. Böyle düşünen biri doğruyu okuyamaz, doğru hareket edemez, akıl geliştiremez. Bana, “Bunu biraz açar mısın?” deseler, daha da açardım.
Tabiî bir diğer konu da tehdidin yanında, hem de berat ettiğimiz 30 yıllık bir dosyanın yeniden servis edilmesi. Tam da oyunlarına çomak soktuğumuz ve konuyu tartıştırdığımız bir gündemde yargılandığım bir dosyayı gündem yapmak istediler. O dönem iş dünyasındaydım. Mesleğimin gerektirdiği hizmeti yaparken kamu vicdanını yaralayacak hiçbir şey yapmadım. Kaldı ki çıktım, adaletin önünde hesabını verdim. Önce beraat ettim, sonra yeniden açılan dava düştü. Oradan bana mesaj vermek istiyorlar sözde. Buyurun, ben buradayım. Eğer cesaretiniz varsa karşıma geçin, tek tek, dinleyebileceksiniz anlatayım.
Ha bunlar çok iyi şeyler…
• Neden?
Kardeşim, siyasetçi açık olacak. Siyasetçi açık olacak. Sorulardan kaçmayacak. Toplum bunları bilmek zorunda. Ben de değişik vesilelerle herkese sordukları soruları anlattım. Daha evvel, Sedat Peker ve avukatı da bizzat beyan etmesine rağmen, 10 bin dolar meselesini anlattım. Eski Bakan da bizi tenzih ettiğini tekrar tekrar söyledi. Üzerimde psikolojik bir operasyon yürütüldü ama tutmadı, tutmaz. Zira bize Allah yeter!
• Çok teşekkür ediyorum Sayın Külünk…
Ben teşekkür ediyorum, iyi yayınlar diliyorum.
