Pinhole fotoğrafçılığı nostaljik tekniğiyle sabrı ve sanatı buluşturuyor. İşin en büyüleyici yanı da şu: Pinhole kamera, objektifin karmaşık optik mühendisliğini bir kenara bırakıp sadece küçücük bir iğne deliğiyle ışığın doğrudan izini kâğıda ya da filme düşürmesi. Her kare, optik saflığın ve sabrın bir ürünü oluyor. Netlik, aslında “sonsuz” ama yine de bir yumuşaklık barındırıyor.

Pinhole fotoğrafçılığı ilk ne zaman ve nasıl ortaya çıktı?
Pinhole fotoğrafçılığı aslında fotoğraf makinesinden bile eski. Kökleri “camera obscura” ilkesine dayanıyor. Bu Latince ifade “karanlık oda” demek. Temeli çok basit: Küçük bir delikten geçen ışık, karşıdaki yüzeye dışarıdaki manzaranın ters ve baş aşağı bir görüntüsünü düşürüyor.
M.Ö. 5’inci yüzyıl civarı, Çinli filozof Mozi, iğne deliği prensibini tarif ediyor. Onun “gölge oyunu” benzeri betimlemeleri aslında pinhole mantığının ilk yazılı ifadeleri burada karşımıza çıkıyor. M.Ö. 4’üncü yüzyılda Aristoteles, güneş tutulmasını izlerken ağaç yapraklarının arasındaki küçük boşluklardan geçen ışığın yuvarlak güneş görüntüsü oluşturduğunu fark ediyor. Bu da doğal bir pinhole etkisi.
11’inci yüzyılda Müslüman bilim insanı İbn-i Heysem (Alhazen), camera obscura’yı sistematik şekilde inceliyor ve karanlık odadaki küçük deliğin görüntüyü nasıl oluşturduğunu detaylıca açıklıyor. Bu dönemde optik biliminin temeli atılıyor.
16–17’nci yüzyıllarda yani Rönesans döneminde ressamlar, perspektif çalışmaları ve doğrudan modelden doğru çizim yapmak için taşınabilir camera obscura kutuları kullanmaya başlıyorlar. Ama hâlâ fotoğraf yok, sadece yansıtılmış görüntü var.
19’uncu yüzyıl başında fotoğrafın kimyasal olarak kaydedilmesi mümkün hale gelince, camera obscura kutularının yerini objektifli fotoğraf makineleri almaya başlıyor. Ancak meraklılar, en basit formu olan “iğne deliği kamerayı” yapmaya devam ediyorlar. 1850’lerden itibaren pinhole fotoğraflar kayıt altına alınmaya başlıyor.
Yani pinhole fotoğrafçılığı, teknik anlamda en eski görüntü üretme yöntemi. Günümüz fotoğrafçılığının “büyük-büyük-büyük dedesi” diyebiliriz.
Şimdi hem tarihteki ilk pinhole kameraların nasıl yapıldığını, hem de bugün evde yapabileceğiniz basit bir versiyonunu anlatalım…

Tarihteki ilk Pinhole kameralar nasıl yapılıyordu?
İlk “fotoğraf kaydeden” pinhole kameralar, aslında küçük tahta kutular ya da teneke kutular şeklindeydi. Temel malzemeler şunlar:
Kutu: Işığı sızdırmayacak şekilde kapalı bir yapı (ahşap, metal ya da sert karton).
İğne deliği: İnce bir metal plaka (genelde pirinç ya da bakır) üzerine açılmış 0.2–0.5 mm çapında delik. Bu plaka kutunun ön yüzüne yerleştirilirdi.
Işık duyarlı yüzey: 19. yüzyılda cam plakaların üstüne sürülen gümüş nitrat kaplamalar veya ışığa duyarlı kağıtlar.
Kapak: İğne deliğinin önünü kapatan basit bir perde ya da kayar kapak. Bu, “deklanşör” işlevi görürdü.
Fotoğrafçılar kutuyu sabitler, kapağı açar ve ışık duyarlı yüzeyin pozlanmasını beklerdi. Pozlama süreleri genelde dakikalar hatta saatler sürebilirdi.

Evde basit bir pinhole kamerayı nasıl yaparız?
Evin içinde yapabileceğin en basit model, filmli versiyon ya da fotoğraf kağıdıyla çalışan versiyon olabilir. Gerekli malzemeler şunlar: Küçük bir kutu (teneke bisküvi kutusu, ayakkabı kutusu veya kahve kutusu), siyah mat boya (içini yansımayı önlemek için boyamak için), ince alüminyum ya da teneke parçası (kola kutusundan kesebilirsin), iğne (çok ince uçlu), siyah elektrik bandı, ışığa duyarlı fotoğraf kâğıdı (veya 35 mm film), karanlık oda (banyo veya tamamen karartılmış bir oda), basit banyo kimyasalları (fotoğraf kâğıdı için).
Yapılışı: Önce kutunun içini tamamen siyaha boyayarak ışık yansımalarını yok etmelisin. Ön yüzüne küçük bir kare del (yaklaşık 1 cm çapında), buraya alüminyum parçayı yerleştirmelisin. Ardından iğneyle alüminyumun tam ortasına çok küçük bir delik açmalısın ki bu 0,3 ilâ 0,5 milimetre arasında olmalı. Sonra deliğin önünü siyah bantla kapatarak “deklanşör” yap ve karanlık odada kutunun arkasına fotoğraf kâğıdını yerleştir. Dışarı çık, kameranı sabit bir yüzeye koy, bantı kaldır ve belirli bir süre bekle (güneşli havada 10–30 saniye, bulutlu havada birkaç dakika). Ve nihayet, tekrar karanlık odaya dönüp kâğıdı banyodan geçirerek negatif görüntünü izleyebilirsin.

Pinhole fotoğrafın büyüsü
Öyle bir havası var ki bu yöntemin, öncelikle netlik sonsuza kadar ama hafif yumuşak. Perspektif bozulmaları neredeyse yok. Sonsuz alan derinliği (ön plan–arka plan aynı netlikte). Bu yöntem zamana karşı sabır ve ışığı “çizim gibi” kaydetme hissi için ideal bir terapi gibi.
Pinhole fotoğrafçılığında pozlama süresi aslında sabrın ve deneyimin karışımı. Objektif olmadığı için deliğin çapı küçüldükçe ışık içeri daha az giriyor, bu da pozlamayı uzatıyor. Ama deliği büyütürsen de ışık evet artıyor, fakat bu kez netlikten kaybediyorsun; görüntü hafif bulanık, hatta “dumanlı” bir etki kazanıyor. İşte bu yüzden ustalar, deliğin çapıyla kutunun film düzlemine olan mesafesi arasında bir altın oran bulmaya çalışmış. Bu oranı hesaplarken küçük bir formül var aslında: d = 1.9√(fλ). Burada “d” deliğin çapı, “f” odak uzaklığı (yani deliğin filme olan mesafesi), “λ” ise ışığın dalga boyu. Ama itiraf edeyim, bu formülü kitaplarda görsen de pratiğe döktüğünde hava, ışık, mevsim gibi değişkenler yüzünden kendi ayarını bulmak zorundasın. Güneşli bir günde 5–10 saniye yeterli olabilirken, kapalı bir havada aynı kare için dakikalara ihtiyacın olur.
Pinhole yönteminin en güzel tarafı, her karenin tahmin ve hissiyatla çekilmesinden kaynaklanan sonuç. Yani bir sürpriz!
En güzel tarafı ise şu: Her kare, tahminle ve hissiyatla çekildiği için bir nevi sürpriz. Pozlama bittikten sonra görüntüyü banyoda ilk gördüğünde, sanki kendi yaptığın bir tabloyu ilk kez görüyormuşsun gibi bir heyecan var. Ve bazen teknik olarak “hatalı” dediğin kareler bile öylesine şiirsel görünür ki, onları saklamak istersin.
Bir de Pinhole fotoğrafçılığı, modern fotoğrafın “mükemmellik” takıntısına hiç aldırmayan, hatta ona kafa tutan bir teknik. Bugün çoğu fotoğrafçı netlik, kontrast, renk doğruluğu peşinde koşarken pinhole fotoğrafçı, hafif bulanıklığı, ışığın köşelerde kararmasını, bazen de görüntünün eğilip bükülmesini kucaklar. Çünkü bu kusurlar, görüntüyü sıradan bir kayıt olmaktan çıkarıp zamansız bir hatıraya dönüştürür. Mesela vinyet etkisi… Normalde lenslerde istenmeyen bir durumdur ama pinhole’da köşelerin yavaşça kararması, fotoğrafa eski bir mektup tadı katar. Veya ışık sızmaları… Kutu kameranın bir yerinden minicik bir ışık girer, film üzerinde hayaletimsi izler bırakır; kimileri bunu hata sayar ama bazı fotoğrafçılar bilerek bu “sızıntıları” yaratır.

Bir de pozlama sırasında geçen zaman var. Pinhole’da deklanşör, bir tık sesiyle kapanmaz; dakikalar boyunca açıktır. Bu süre zarfında ağaçların yaprakları hafifçe silikleşir, insanlar hayalet gibi görünür, deniz ya da gökyüzü bembeyaz bir kumaşa dönüşür. Bu, fotoğrafın zamanı sıkıştırmak yerine zamana yayılan bir resim gibi davranmasına neden olur.
İşte bu yüzden pinhole fotoğrafına bakarken, “şu an”ı değil, “şu süre”yi görürsün. Modern fotoğrafçılıkta bu nadir bir şeydir; burada ise tek amaç budur.
Pinhole fotoğrafçılığında bu “kusurlar” sadece tolere edilmiyor, neredeyse imza haline geliyor.
Mesela Abelardo Morell diye bir fotoğrafçı var; o, klasik camera obscura tekniğini modern şehir manzaralarıyla birleştirip otel odalarını devasa pinhole kameralarına dönüştürüyor. Perdeleri kapatıp pencereden küçücük bir delik açıyor, dışarıdaki manzara iç mekânın duvarlarına baş aşağı yansıyor. Ortaya çıkan görüntülerde, duvar kağıdının desenleriyle sokaktaki arabalar aynı kadrajda, yarı gerçek yarı hayal bir dünyaya dönüşüyor.
İkinci bir isimse Justin Quinnell. Quinnell, altı ay süren pozlamalar yapıyor. Evet, yanlış duymadın, yarım yıl boyunca kapak kapatılmadan açık kalan kutularla çalışıyor. Bu süre boyunca güneşin gökyüzündeki yolu, her gün bıraktığı izlerle kaydediyor. Fotoğrafa baktığında gökyüzünde üst üste binmiş incecik, ışıklı yollar görüyorsun; her biri bir günün izi.

İşte bu yüzden pinhole fotoğrafı “hata” değil, “olay” üzerinden okuyor. Çünkü deliğin çapından pozlama süresine kadar her şey küçük oynamalarla bambaşka bir sonuç verebiliyor, ve sen önceden tam olarak ne çıkacağını asla bilemiyorsun. Bu bilinmezlik de işin büyüsü oluyor.
Ne dersin, pinhole yöntemi özçekim çılgınlığını, sabırsız zamanları ve görgüsüzlük düşkünlüğünü ortadan kaldıran bir araç olabilir mi?
Yararlanılan kaynaklar:
www.fotografya.gen.tr
www.meraklisiicin.com
